16 Mayıs 2011 Pazartesi

Kendine İyi Davran

14.03.2011 İstanbul

Eskilerden tanıdığım biri, neden bu lafı vedalaşırken kullandığımı sormuştu. “Kendine iyi davran…” O an, anlamını bilmiyordum. Sadece popülerdi. Herkes kullanıyordu. Aklıma nereden geldiyse söyleyivermiştim…

Arkadaşımın yanından ayrıldıktan sonra, aldı beni bir düşünce. Neden bu lafı kullanmıştım ki; “Hoşça kal” de, “allahaısmarladık” fena değil… ya da “bay bay” olabilirken, neden “Kendine iyi davran?..”

Anlam mı katmıştım kendime? Ne olmuştu? Bir arpa boyu yol mu kat etmiştim? Hayır. Üstüne üstlük bir de ukala damgası yemiştim.

Ne var ki zaman içinde bana tiksinti veren o cümlenin aslında çok şey ifade ettiğini fark ettim. Çünkü gerçekte kendime iyi davranmıyordum…

Hayatım tam bir düzensizlik içindeydi. Oysa ben çok eğleniyordum. “Ölünce bol bol uyuyacağım” mantık harikası (!) düşünce ile günde 3-4 saat uyuyordum.

Beni bilenler bilir. Fevkalade iyi yemek yaparım. Sofrada mutlaka sağlığa tehdit unsuru taşıyan gıdalar mevcuttur. Tabi bunca meze, yemek kuru kuru yenmez. İyi müzik ile alkollü içecek sofranın aslında en önemli olmazsa olmazıdır.

Hafta sonları tam bir kopuştur. Gündüz rakılamaları, “yaz geldi haydi havuz kenarında Tekila+bira” kombinasyonları ve akabinde akşam yemeği illa ki; mangal… Gece yarıları sahile inip damarlarımda kalan son kan damlalarını da alkol ile doldurup, o kafa ile ayın yansımasına doğru yüzmeler…

İş mi? Orası ayrı bir çılgınlık. Devamlı seyahat. Bir dönem havaalanı çalışanları ile kanka olmuştum. İkinci güvenlik çıkışında polis GPT taraması yaparken. “baba sen geç, seni bildik biz” diye takılmıştı. Hatta sorarım; Havaalanındaki kafenin garsonuna bile “her zamankinden” deme şansı, kaçımıza nail olur? Aslında diyebilirsiniz ama kaçınıza, istediğiniz sipariş gelir? A unutmadan! İşin en havalı tarafı da hosteslerin sizi tanıyor olmasıdır. İsmen hitap edilmeseniz de daha bilindik davranmaları, feci keyif verir adama…

İyi de ev hayatını nasıldı bu adamın? diyenlere işte cevap; Boşandım!

Ve biri bu hızlı gidişata dur dedi. 37 yaşımda bir kalp krizi ile ilk tokadımı yedim. Ciddi diyetler. Alkol ve sigaradan uzaklaşmalar. Spor ile birlikte kendime iyi davranmaya başladım.
Ancak bu kez de, sanki çok düzgün olan içsel yapımın, “bu yaşta, bu olay benim başıma nasıl gelir?” diyerek daha da bozulduğunu gördüm. E ne ekersen onu biçiyorsun hayatta. Çok geçmeden de eski hayatıma, eskisinden daha fazla kendime kötü davranarak geri döndüm.

Üstelik bana “kendine iyi davran” diyenler de sinir olarak...

Hep şunu derler; “Zararlı olan her şey, keyif verir” Çok doğru. Bana göre olan mutlu ve özgür yaşamıma devam ettim. Ama yaş ilerlerken, yaşımın yirmi sene öncesinden gelen aklımda, büyümeye ve olgunlaşmaya başlamıştı. Vücut artık bazı şeyleri kaldıramıyordu. Sevdiğim her şey, beni yavaş yavaş terk etmeye başlamıştı. Çok yemek, alkol ve sigara, uykusuzluk artık benim de hissedebileceğim boyutlarda rahatsızlık vermeye başlamıştı.

Sonunda karaciğer, kalp gibi organlarım bana küstü. Şeker denilen bu güne kadar bakkaldaki şeker sandığım illet hastalık, yavaş yavaş yanıma kadar sokuldu.

Durdum ve kendime iyi davranmaya karar verdim.

Neden mi?
Hayat arkadaşımı daha uzun sevebilmek için.
Arkadaşlarım ile bu dünyada daha güzel ve kaliteli zaman geçirmek için.
Daha fazla motora binip, güneşin daha çok yüzüme vurması için.
Daha uzun süre havayı koklayabilmek, iki yudum çay içtikten sonra “ne olacak bu memleketin hali?” muhabbetine devam edebilmek için.

Kendinize iyi davranın…

Nefesim Nefesime

13.03.2011 İstanbul
Bu pazar amaçlı ve gönüllü uyandım, İstanbul’a sıcak yüzünü yansıtan güneş ile birlikte. Sanki okula yetişen çocuklar gibi heyecan doluydu içim. Kıpır kıpırdı.

Bu pazar sokaklar bir başka göründü güzüme. Bir iyi niyet, bir şefkat vardı sanki simit tezgahlarında, Üsküdar Meydanı’nda. Motor ile İstanbul’a geçerken, boğaz rüzgarları yüzüme baba şefkati gibi dokundu. Soğuktu ama ben ısınmıştım. İçim, kıpır kıpırdı. Amaçlı ve gönüllüydüm.

Bir türkünün, bir kıtasını tutturdum kendimce;
“Yatar gül harmanı gibi
Canımın dermanı gibi
Har yanında çiçek açmış
Bin boğa ormanı gibi
Nesine yar nesine
Ölürüm ben sesine
Bir daha vursa idi
Nefesim nefesine”

Martıları göremedim. Bugün uçmayı bırakmışlar mıydı? Beşiktaş Meydan’ındaki güvercinlerde yoktu sanki. Dolmuş sırası beklemeden geldim Taksim’e ve yürüdüm İstiklal’de binaların arasından bir çıkıp bir kaybolan güneş ile oynayarak.

Bu pazar amaçlı, gönüllü ve de heyecanlı ulaştım Mekteb-i Sultaniye meydanına. Meydanda bekleyen kalabalığın içine yürüdükçe simalar tanıdık gelmeye başladı. Birkaç gülümseyen yüz ile öpüştük, sarıldık. Ne kadar da uzun zaman olmuştu görmeyeli kalem arkadaşlarımı.

Haller, hatırlar çarpıştı tarihi binaların arasında. Sigaralar içildi eski günlerdeki gibi üst üste. Nefesim nefeslerine karıştı. Muhabirken sokaklarda turlarken, bir basın toplantısını beklerken ya da gece acil kapısında haber koşuştururken karşılaştığım tüm meslektaşlarımı kucakladım bu Pazar. O günler ile bu günler arasındaki tek fark göbekler ve beyaz saçlardı. Güldük, iç çektik uzunca. Sonra bir baktık ki, eksiktik. En değerlilerimiz yoktu aramızda.
Buruldum bir an, gözlerimin kuruduğunu fark ettim. Göz yaşlarım çekildi, terk etti beni. Başımı öne eğdiğim an, dostların neden hep, kötü bir şeyler olduğunda bir araya geldiğini düşündüm. Omuzlarımın üzerinden başımı dik tutmaya çalıştım. Aramızda olamayan özgürlükleri ellerinden alınan arkadaşlarım için Nedim için, Ahmet için ve yıllardan beri özgür olamayan basın için dik tuttum inadına. İşte, içim yine kıpır kıpır.

Pankartlar dağıtıldığı an aslında ne kadar da güçlü olduğumuz anladım. Meydan’da bir an yüzler, binlere ulaşmıştı. Bazı gazeteci dostlarımız çocukları eşleri ile katılmıştı yürüyüşümüze. Hatta koltuk değnekleri ile gelen bir yazar ağabeyimizin inançlı protestosu heyecanıma daha bir heyecan kattı.

Ağır ama bir o kadar da kararlı adımlarla yürürken İstiklal’de, sloganlarımız alkışla, tebessüm ile karşılandı biz basın emekçilerinin. Başım daha da dikti artık. Yaptığım işin haklı gururu ile vardım Taksim Meydanı’na. Amacımı, gönüllü olarak gerçekleştirdim. İçim kıpır kıpırdı.

Bir işe yaradığımı, çorbada tuz olduğumu hissettirdi bu Pazar günü bana. Vedalaşırken arkadaşlarımla, bu eylemin, amacına ulaşmasını temenni ettim. Özgürlükleri ellerinden alınan arkadaşlarımın, bu Özgür ve Demokratik (!) ülkenin emekçi saflarında yeniden yer almasını istedim.

O arkadaşlarım için yine omuz omuza, güneşli ve kuşların özgürce süzüldüğü ortamlarda nefesimin nefeslerine karışmasını diledim…