26 Ocak 2011 Çarşamba

Önüne konan her şeyi yeme…!

En keyif aldığım şey radyo dinlemekti. Daha ilkokula başlamamıştım. Güneydoğuda bir kasabanın küf kokulu lojman dairesinde oyun oynarken, bangır bangır çalardı radyo. Annemin soğan kokan eli ve “Nihansın didede” eseri… Unutulmaz!

Genelde masa altında küçük bir iki araba ile anlamsız oyunlarım vardı. Ne oynardım? Konusunu hala hatırlamam… Ama radyonun sanat müziği şarkılarını o yaşta ezberlemiştim. Bir de “Arkası Yarın” diye radyo tiyatroları vardı ki, özellikle bisküviyi çayda eritip yutarken dinlemenin keyfi hiçbir şeyde olmazdı.

Çok keyifliydi çok… O yıllarda bir de adını hatırlamadığım ama birkaç çocuğa güzel öğütler veren “Eşref Amca” adında bir dedenin programı olurdu. O öğütler sayesinde kimseye vurmadım. Kimseyi incitmedim. Kimsenin gırtlağını sıkmadım.

Güzel günlerdi…

Babam bir gün eve elinde koskocaman bir kutu ile geldi. Adı televizyondu. Dedem İstanbul’dan yollamıştı. O gece anten ayarlamakla geçti… Yakalayabildiğimiz tek kanal vardı o da Arap televizyonuydu. Hiçbir şey anlamadan baktık ekrana. Sonra da vazgeçtik bakmaktan. Radyo yine baş tacımız oluverdi.

Evin bir köşesinde televizyon siyah ve beyaz kalıverdi…

Kıbrıs savaşı sonrası bizim için İstanbul günleri başladı. O vakit eski evin dantelli atıl televizyonu, yeni evin baş köşesine kurulmuştu. Üstelik Türkçe… Sabah başlayan programlar, akşam istiklal marşı okunana kadar sürerdi. Ben gece illa ki ayakta hazır ol vaziyetinde, bağıra bağıra televizyon ile birlikte istiklal marşımızı söylediğimi hatırlarım.

Ne seyrederdik. Küçük Ev… Laura canım benim ne iyi kızdın sen. Pollyanna sonrası, sevgi yumağım benim… Taş devri… Tom ve Jerry… ve niceleri…

Ne verdi bize? Kardeşlik, dostluk, arkadaşlık, doğruluk, dürüstlük, acıma ve aklıma gelmeyen onlarca erdem…

Dizi kavramı tek kanalda gayet iyi gidiyordu. Küçük Ağa en sevdiğim diziydi. Çetin Tekindor’u tanıdım, Sevdim. Çalı kuşu vardı. 3-5 bölümdü hani, sapıtmamış Müjde Ar’lı Kenan Kalavlı siyah ve beyaz sadeliğindeydi. Zararsız ve toplumsal mesajlardı.

Ama o Dallas başladı ya, mertlik işte o an bozuldu. O dizide sahtekarlığı, yalanı, aldatmayı, riyayı vöe erotizmi öğrendik. Belki biliyorduk bu zaafları ama dizi sonrası bunları yapabilecek cesareti elde ettik. Neticesinde Ceyar yapıyor ve işin içinden sıyrılabiliyordu. Herkes böyle olacağını sandı ve o gün ülkemde kimi insanların davranış bozuklukları baş gösterdi.

Bugün ne oldu da oldu. Aynı Amerikan aileleri gibi olduk. Aptal kutusu içinden çıkan her şeyi beğendik.

Şiddet ister olduk. Bir çocuğun annesinden koparılmasını, bir kızın tecavüzünü seyretmekten kendimizi alamaz olduk. Daha lise talebesi veletlerin entrikalarını hayranlıkla seyrettik. İşin kötüsü arkadaş, eş, dost ziyaretlerini bile dizilere göre düzenler olduk.

Belki de emperyalist güçlerin istediği kıvama geldik. Öldüren, kan döken, söven, konuşması anlaşılmayan ve de inanılmaz abartılan hayatların hayalcileri olduk.
Önümüze her konulanı yer olduk.

Doğrusu bu mu peki? Önümüze her konulanı yiyecek miyiz? Ne zaman bunları bir kenara bırakıp hayatın gerçekleri ile yüzleşeceğiz? Ne zaman bilinçleneceğiz? Ne zaman benim dizim diyerek eşimizi kırmayı çocuklarımızı üzmeyi bırakacağız? Ne zaman???

19 Ocak 2011 Çarşamba

İnişlerim, çıkışlarım… Doğrularım, yanlışlarım

İlk kitabım yayınlandığı zaman gazeteci arkadaşlarımın yanına uğrayıp, kitap hakkında birkaç satır yazmalarını rica etmiştim. Sağ olsunlar kırmadılar. Hediyenin büyüğü küçüğü olmaz derler ya. O misal. İki satır bile yetmişti. Hepsi destekledi. Övgü dolu sözler sarf etti. Biri hariç.


O bana, o güne kadar nerede durmam, kimler ile birlikte olmam konusunda nasihat verdi. Babam bile benimle bu kadar ağır konuşmamıştı.

Eski yazı işleri müdürüm bana o gün dünyanın kaç bucak olduğunu anlatmıştı aslında. Her ne kadar yanından dişlerimi sıkarak çıktıysam da. Yoldaki parkeleri söylediği kelimelerle ile birlikte sayarken, ne kadar da haklı olduğunu düşündüm. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru insanlarla birlikte olmak…
Doğru yerde, doğru zamanda, doğru insanlarla birlikte olmak… Beceren için hayatın sunduğu bir lütuf aslında. Beceremeyen için ise hayatın zulmü… Ben beceremedim çünkü insanları sevdim ve koşulsuz inanıp peşinden gittim. Doğru, yanlış ayrımı yapmaksızın…

Doğru insanlar sizi yerden yere vurur, yüzünüze doğruları söyledikçe, onlar sizin için kötüdür gerçekte. Ya da alaya alırsınız o tipleri, uçmuş, contayı sıyırmış, hayattan zevk almayan tipler olarak nitelendirirsiniz.
Yanlış insanlar ise sizi pof poflar ve gerçekliğin dışında tutar. Böylece hayatı toz pembe görmeye başlarsınız. Bu pembelik ise hata üstüne hata yapmanızı sağlar.

Rahmetli eniştem Özal dönemini yaşarken, Türkiye’yi yobazların basacağını dile getirmişti. Ben ise gülmüştüm. Okumuş adamdı. Sanatçı ruhu vardı. Hayvan ve bitki severdi. Sıkı içerdi. Adam gibi adamdı yani. Doğru söylemiş.

Bugün baktığınızda gerçeklikten uzak yaşadığımızın farkına sadece birkaç kişi varabiliyor. Özellikle son Galatasaray Arena’nın açılışında yaşananlardan sonra… Oysa aynısı Dünya Basketbol Şampiyonasında da yaşanmıştı. Bilet kesecek kimse yoktu. Bu kez bileti Galatasaray camiasına kesebildiler. Aynı şey Fenerbahçe ya da Beşiktaş’ın başına da gelebilirdi. Bilinçli olanlar ‘yanınızdayız’ diye mesajlar atarken, olayı algılamayanlar ise yaşananları taraftar kavgasına çekebilme başarısını gösterdi.
İşte sorun doğru ve yanlışı ayırt edememekte.

Doğru için mücadele verip, sabır göstermek gerekirken, yanlış için kulaktan dolma duyumlarla hareket edilebilmekte. E birde okumayan, masal ve hikayeyi sadece dinlemekten hoşlanan tembel bir toplum olduğumuz için yanlış yapmaya devam ediyoruz.

Bizleri yönetenler de bu zaafımızı çok güzel kullanıyor. Propagandayı sağlam yapıp halkın büyük çoğunluğunu etkiliyor. Zaten önemli olanda inandırıcı olmak değil mi? Buna inananlarda, eline geçirdiği bir silahla ki; bu kalem, bir tabanca ya da küfür bile olabilir, karşıt görüşleri ya da menfaatlerine ters çıkanları yok edebiliyor… Hırat gibi, Mumcu gibi, Üçoklar ve daha niceleri gibi…

Sonuç ? Sonuç yok.

 Bu böyle süregelecek. Ta ki insanlar, insanoğluna bahşedilen yeteneğini kullanana kadar. Düşünüp, kendilerince araştırıp, okumasını öğrenene kadar.

  Ta ki iletişimi sadece konuşmaktan ibaret olmadığını, doğru dinleyebilmenin aslında en iyi iletişim olduğunu görene kadar.

İyi bayramlar…