10 Mart 2011 Perşembe

İmam osurursa Cemaat…

Bir elimle attığı tokadın acısını ovalarken yüzümde, gelişine patlatmıştım yumruğu suratının ortasına doğru. Yere kapaklanmış şakkın bakarken bana, içimi tarifsiz bir korku , bir telaş kaplamıştı. Çok geçmeden de kulağımda sanki kerpeten ile sıkılıyormuş gibi bir ağrı…

Salak bir kolonya şişesi yüzünden ortaokul sıra arkadaşım ile kavga etmiş ve bir öğretmen tarafından cezalandırılmıştım. Kızların önünde yediğim tokada mı yanayım yoksa attığım o yumruğa mı ya da öğretmenin cezasına mı bilememiştim.

Aynı günün sonunda, okul çıkışında arkadaşımın beni takip ettiğini gördüm. Dönüp yanına gittiğim zaman hiçbir şey söylemeden bana tekme tokat daldı. Bende ona. Hiç bitmeyecek gibiydi. Nefesim daralmıştı. Çevreden gelen esnaf ayırdı bizi. Sonra da bir bakkal dükkanının önünde bizi oturtup, özür dilettirip, nasihat verdi.
“Arkadaşsınız siz, kardeşsiniz, memlekete hayırlı evlatlar olun!”gibi… Boynumuz önde sus pus dinledik adamı. Sonra kalkıp beraberce yürümeye başladık. Bir ara arkadaşım çantasından çıkardığı plastik kolonya şişesini bana uzattı. Suratında bir tebessüm, onurlu bir duruş vardı.

Yıllar sonra Üsküdar meydanında motordan inip işe gitmek için dolmuş beklerken, burnumun dibinde iki araç birbirine giriverdi. Öndeki araç sahibi arabadan inip, aracının arka tamponuna baktı ve arabanın bagajını açıp “Haydar” yazılı, tornalanmış, kalınca bir sopa çıkartı. Sopayı omzuna yaslayarak bir eli cebinde kendi aracına vuran arabanın arka tarafına geçti. Ardından sopa ile aracın arka stop farlarını kırdı. Bagajına da bir iki darbe indirip, tekrar kendi aracına doğru baktı. Aynı bir ressamın manzara resmi yaparken zaman zaman manzaraya bakıp, tablosuna fırça darbeleri vurur gibi sopası ile kırdığı stop lambalarına küçük dokunuşlar yaptı. İşini bitirmiş olmanın gururu (!) ile sopasını tekrar omzuna yaslayıp kendi aracına doğru giderken, ona çarpan aracın şoförüne selam vermeyi ihmal etmedi.

Arabasına binip uzaklaşırken orada biriken halk ki; buna ben, trafik polisi ve arkadan çarpan aracın sürücüsü de dahil sadece baka kaldık.

Yakın bir zaman Kocaeli’ne giderken yolda iki araç beni makas yaparak geçti. Biri sağımdan, diğeri de solumdan. Bir iki kilometre sonra da araçlardan birini yolun sağında emniyet şeridinde park halinde gördüm. Önümdeki araçlar da yavaşladığı için beni şok eden o manzarayı net olarak seyretmek zorunda kaldım.

Park eden aracın üç metre kadar önünde, saçları apaçi kesimli 20’li yaşlarda bir çocuk yerde oturmuş vaziyetteydi. Sol bacağından kan sızıyordu ve elinde bir silah vardı. Yanındaki yine o yaşlarda bir iki çocuk, elerinde sopalar gelen geçen araçlara bağırıp çağırıyorlardı. Yüzlerinde nefret, intikam maskeleri vardı. Ama en çok korku…

Kanımın akmadığını fark ettim. Kalbim durmuştu. “Böyle bir olay ancak filmlerde olur” diye düşünmeye başlamıştım. Oysa her şey buz gibi gerçekti.

Gençken, fikir üretemezken, bir iki kere kavga etmişimdir. Ama asla ne sopa, ne de silah kullanmışımdır. Bu gün derdini anlatamayan bir çok insan silahlanmış durumda. Ve bunu da kendilerinde hak olarak görmekte.

İşin komik tarafı bu ülkeyi yönetenler hiçbir önlem almazken, olayları seyretmekle kalıyor. Aslında olay trajikomik. Bakıldığında onlarda aslında ülkeyi böyle yönetmiyor mu? Demokrasi ve özgürlük adı altında askere, çiftçiye, işçiye, memura, basına hakaret edilmiyor mu? Suçsuz olan sadece fikrini beyan edeni almıyorlar mı içeriyle? Ha silah çekmişsin, ha elindeki gücü kontrolsüz kullanmışsın ne fark eder ki?

Haliyle ne oluyor? İmam osuruyor, cemaat sıçıyor… Buna da vatanı kaosa götürmek isteyenler kıçıyla gülüyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder